Follow @chemedya

3 Mart 2010 Çarşamba

Kaan Koç: Medyada eksik olan şey samimiyet...

Kaan Koç ile tanışacaksınız aşağıdaki röportajda. Hani Türk spor medyası bitti, hiç umut yok, bu adamlar okunmaya değmez dersiniz...İşte bu ön yargıları kıracak bir isim Kaan Koç...Daha 23 yaşında ama her yazısıyla benim hayranlığımı kazanıyor...Sadece futbola değil, hayata da bakış açısıyla Türk medyasının gelecekteki kurtuluşu olacak ve yeni bir yol açacak isimlerden biri. Kendisini tanımanızı istiyorum. Kaan Koç'u çok dikkatli takip edin lütfen. Eminim umutlanacaksınız.



Sizi Atilla Gökçe ile girdiğiniz polemikle tanıdık. Kendinizi tanır mısınız? Kaan Koç kimdir?


Evet, aslında ne yazık ki spor alemindeki durumum biraz öyle oldu. Fırsat bulmuşken, çok da uzatmadan o konuya açıklık getirmek istiyorum. O olayda insanlar 3'e ayrıldı; bana hak verenler, saygısız olduğumu düşünenler ve akbabalar. İlk bölümdekilere teşekkür ettim, üçüncüdekilere ise güldüm. Saygısızlık gibi görenlere de saygı duyuyorum. Yani riyakarca söylemiyorum bunu, hakikaten saygı duyuyorum. Onlar saygısızlık olarak gördüler ama ben, bana saygı ve içtenlikle yaklaşıldığını düşündüğüm zamanlar saygı gösterebilen bir insanım. Yoksa kişinin karşısındaki Karun da olsa, insanın kendine özsaygısını yitirip eğilmesinin sadece utanç doğuracağını düşünüyorum. Çünkü kimsenin kaybedecek bir şeyi yok hayatta, kazanacak bir şeyi de yok. Zaten takip edenler bu konudaki son sözlerimi söylediğim yazımı da okumuşlardır. Çok da uzatmaya lüzum yok. Kaan Koç kimdir sorusuna da bir cevap niteliğinde olmuştur sanırım bu söylediklerim. Kısaca da ne yaptım ne ettim olayına girersek; birkaç dizi yazdım, 2 televizyon programının metin yazarlığını ve editörlüğünü yaptım, en çok da edebiyat ve sanat alanında yer alan dergilerde yazdım...

Sadece köşe yazılarınla değil ilginç araştırmalarınla da Hürriyet gazetesinde görev yapıyorsun. Senin için futbol nedir?


Futbol, hem bu kadar basit hem de bu kadar karışık olan tek oyundur bence. İnsanlardaki tutku sınırını aştıran da bu bence. Hiç basketbol izlememiş bir insanı Abdi İpekçi'ye götürürseniz kafası karışır. Ya da 10 tane atletin durmadan koşması kimilerine sıkıcı gelir. Ama ilk kez futbol izleyen bir insan kolayca ısınabilir bu merete. Futbola bakınca ihtimallerin zenginliğini görüyorsunuz çünkü. Adrenalin var, yeri gelince kavgayı anımsatan mücadeleler var, gürültü var, gözyaşı ve sevinç var... Ve her şey aslında o kadar kısa bir süre içerisinde oluyor ki; 90 dakikada ayaklar kırılabiliyor, bir adam kaleye sırtı dönükken uzak direğe doğru sanatsal bir vuruş yapabiliyor. Ve o vuruştan çıkan top da direkten dönüp binlerce insanı gözyaşlarına boğabiliyor. Ama o ağlayan kitleler, bir sonraki maç yine aynı yerde takımlarını seyrediyorlar. Çünkü doyum yoktur futbolda. Dünyayı yöneten aşk, para ve iktidar kavramlarındaki gibi futbol da doyumsuzlukla beslenir. Bu yüzden 4. büyük savaşıdır insanın bence. Ayrıca demokratiktir. Tıpkı Maradona'nın İngiltere'ye "Tanrı eliyle" attığı o golün içerdiği büyük anlamlar gibi. O yıllarda, her alanda ezilen Arjantin halkı için Maradona tamamen bir devrimciye dönüşmüştü o golle. Çünkü o gün sömürgecilerin uzanamadığı tek yer Azteca Stadyumu'ydu. Çok kibirli olmaya da gerek yok futbol yazarlığı konusunda. Dediğim gibi aslında hakikaten oldukça basit. Tıpkı Maradona'nın golüne maçtan sonra yorum yapan İngiltere Teknik Direktörü Bobby Robson'ın söylediği gibi; "golü elle attı tamam ama dünyanın en güzel golünü atmış gibi sevinmedi mi, işte ona dayanamadım.." Evet, o gol Maradona'nın en güzel golüydü. Ve futbol bu yüzden inanılmaz bir oyun. Yani kısacası 1870'lerde bu oyunun dribbling game'den passing game'e geçişi ve işçilerin, topu burjuvaların ayağından almasıyla futbol mücadelenin bayrağı oldu. Şimdilerde her ne kadar inanılmaz bir para kaynağı olsa da, bu bir şeyi değiştirmiyor içimde. Yıldız olan futbolcuların hepsi, dünyanın varoş kesimlerinde doğup büyüyen ve oralardan çıkan insanlar.



Türk spor medyasını nasıl görüyorsun? Bir şeyler eksik gibi. Sence ne eksik?

İnternet yazarlığının ve blogların yaygınlaşmasıyla birlikte yazılı basın önemli bir sürece girdi. Spor medyası da dahil buna tabi ki. Hatta biraz daha fazla dahil. Çünkü artık haber her yerde. Her zaman her yerden habere ulaşabiliyoruz. O yüzden de artık gazetelerin hem siyasi hem sportif hem de kültürel anlamda taraf olması gerekti bence. Bu bir gereklilikti çünkü artık gazete okuyan insanlar yalnız olmadıklarını hissetmek istiyor. Eskiden de vardı bu tabii, her okuyucu kendi gazetesine karşı bir aidiyet bağı hissediyordu. Ama şimdilerde bu aidiyet bağının önemi daha da arttı. Artık konuşulan şeyler haberlerden ziyade köşe yazarlarının yorumları oluyor. Bir köşe yazarı herhangi bir pozisyonda çoğunluğun aksine görüş ifade ettiği zaman gazetecilik deyimiyle "haber değeri" taşıyor. O kişi konuşuluyor, onun yorumu üzerine analizler ve görüşler bildiriliyor. Sonra da kamuoyunda o konuyla ilgili bir bölünme yaşanıyor. Bu sürecin gereği, gayet normal. Ama bunu yaparken, birçok insan meselenin aslından uzaklaşıyor. Çünkü yıldız olma isteği doğuyor. "Ne kadar ilginç konuşursam o kadar dikkat çekerim" ya da "sivri konuşursam öne çıkabilirim" anlayışı, yazarların egosunu okşuyor. Ve bu da bir kirlenmeye yol açıyor ister istemez. O yüzden eksik olan şey samimiyet bence. Çoğu zaman bu yitirilip, gereğinden fazla bir şova dönüşüyor her şey. Bunu medyanın içindeki insanlar anlayıp nelerin düş nelerin sahi olduğunu anlayabilir ama okuyucuların işi çok zor oluyor. Ben bu konunun da, gençlerin önemli yerlerde daha çok yer almasıyla aşılacağını düşünüyorum. Biraz daha devrimci düşünmek ve net olmak lazım. Gereken 2 şey bence bunlar, daha fazlası değil. Tabi bu ikisi ne kadar kolay ne kadar zordur, o da kişilere göre değişiyor.





Belki de Türkiye'nin en genç köşe yazarlarından birisin. Hürriyet'in ise en genç köşe yazarısın. Seni takip eden gençler umutlanıyorlardır kendi adlarına. Onlara neler söylemek istersin?

Tavsiye vermek gibi şeyler haddime değil ama şöyle söyleyeyim; gerçek anlamda konuşmayı öğrenmeden önce yazıya saldım kendimi. Elbette okudum, araştırdım. Bunlar zaten kendiliğinden geliyor. Ama yazı her anlamda cehennem ve cennet birlikteliğidir bence. Dünyanın en adrenalin yüklü eylemlerinden biridir. Üretkenlik ikiye ayrılır; bazıları süreç içinde yazar ve sistemli bir süreçte oluşturur yazısını. Yani zamana yayılır bu üretkenlik. Bazıları da oturup 2 günde bir roman bitirebilir. Onlar da ikinci gruba dahildirler; zaman içinde farketmeden duygu ve düşünce yüklenip kısa sürede onu kusanlar. Ben ikinci gruba dahil görüyorum kendimi. O yüzden adrenalin diyorum. Yazan insanları bekleyen sıkıntı hem bu gerginliğin maddi-manevi vereceği zarar hem de üretkenliğe zerre değer vermeyen bir ülkede ayak direme zorluğudur bence. Yazanlar şunu hatırlamalı gerektiğinde; hiçkimse biri için yazmıyor. Ben kendim için yazıyorum her yazımı. İnsanlar okuyabilir, ama bunu düşünmek istemiyorum. Çünkü bunu düşünürsem önce lehçemi sonra rahatlığımı sonra da yeteneğimi kaybederim. Yazının gücüne de inanmamız gerekiyor. Dünya'yı gerçekleştiren şey yazıdır çünkü. İnsanlık kutsal kitapların şiirsel formülüyle yaşıyor, haksızlıkların karşısında sadece romanlar ve öyküler ayakta durabiliyor. Kısacası hepimizin tek bir çığlığı var, o da yazı. Yazı hayatı zorlaştırıyor ama yaşamayı kolaylaştırıyor. Zor bir hayat isteyenler mutlaka yazmalı yani.

Türkiye'de spor kültürü var mı sana göre? Yoksa oluşması için medyanın görevi ne olmalı?

Türkiye'de spor kültürü elbette yok. Böyle bir ülkeden Vancouer Olimpiyatları'na kaç kişi katılabildi? Katılanların hangisi dikkat çekti? Durum içler acısı. Seversiniz ya da sevmezsiniz, ama Hıncal Uluç bu konularda yıllardır feryat figan ediyor. Onunla birlikte bayrak tutan başka isimler de var. Ama bir şey değişmiyor. Çünkü spor gazetede, televizyonda başlamaz. Spor evde başlar, aile içinde başlar. O yüzden medyanın çok büyük hatası çok bence. Elbette sorumluluğu var ama önemli sporcular çıkartabilmemiz için önce aile kültürümüzün sonra eğitimin sonra sokakların ve bir de her türlü federasyonların içinde olduğu o çarpıklıkları düzeltmeliyiz. Beden eğitimi derslerini düşünün bi'. Karşılığı boş derstir. Sportif eylemin "boş ders" olduğu bir toplumun spor kültürü de elbette sınıfta kalır.


Ligin gidişatı her ay değişiklik gösteriyor. Ocak Fenerbahçe'nin ayıydı ancak Şubat Galatasaray'ın ayı oldu.Sana göre Mart ayında neler olur? Bu gidişat değişir mi?

Ocak Fenerbahçe'nin ayıydı ama görüntüde... Ufak bir sekte lazımdı her şeyin kötü gitmesi için ve o darbe de Hipokrat'tan geldi. Sakatlıklar ortaya çıkınca Daum'un şapkası da iyice düştü bence. Tabii Daum'dan önce en büyük sorumlu yönetimdir. Oynatılmayacak bir oyuncuya 3,5 milyon euro ve bir oyuncunu verip de gerekli yerlere oyuncu almıyorsan bunun hiçbir açıklamasını yapamazsın. Yine de eğer Fenerbahçe, Kadıköy'de Lille'den o "Türk usülü" yan top golünü yemeseydi bugün işler çok daha farklı olurdu. Ve Daum'un kahraman olduğu yazılırdı. Lille'e elenmek köprüden önce son çıkışın geçilmesini sağladı. G.Saray da bu tabloda doğal olarak öne geçti, sıyrıldı. Ama G.Saray futbolu da güven vermiyor bana. Fenerbahçe'nin başına gelenler Galatasaray'ın da başına gelebilir. Sessiz ve derinden geliyor gibi görünen bir Beşiktaş var açıkçası. İyi oynamıyorlar ama doğru oynuyorlar çoğu zaman. Gol atınca kazanabilen bir takım başarıya yakındır bence her zaman. Fenerbahçe de Galatasaray da gol atıyor ama kazanamadığı çok oluyor. Bursa ve Kayseri arasından kim dersen benim tercihim Bursa olur. Hem şehir yapısı hem taraftar kültürüyle çok beğeniyorum Bursa'yı. Umarım başarılı olurlar. Bunu en çok kadrosunda bulunan genç arkadaşlar için istiyorum. Yani gidişat bence bir değil birkaç kez değişecektir lig sonuna kadar bu sene.

Takip ettiğin bloglar var mı?

Tabi, bir iki değil çoğu blogu takip ediyorum açıkçası. Ama bireysel yorum platformları olan bloglardan ziyade sözlükler de ilgimi çekiyor. Çünkü daha kollektif ve devamlılık gösteriyor sözlükler. Yine "yorum devri" konusuna geliyoruz. Bloglar ve sözlükler de öyle ama farklı araştırma ve okuma alışkanları olan insanların açtığı bloglar çok önemli satır arası bilgileri de veriyor insanlara ve yol gösteriyor.

Bir de kitabı olan genç şairlerimizdensin aynı zamanda. Şiir senin için ne anlam ifade ediyor? En beğendiğin şairler kimler.

Şiirle ilgili çok şey söyleyebilirim elbette ama kendimi futbolseverlere daha iyi ifade edebilmek için şöyle anlatayım; dünya saha, yaşam futbol topuysa eğer şiir de topun sibobudur benim için. En beğendiğim şairler konusunda da tek tek isim saymak zor aslında. Ama Cemal Süreya'nın yeri her zaman farklıdır benim için. İkinci Yeni şairlerine daha yakın hissederim kendimi ama her şiir döneminden sevdiğim ve sürekli okuduğum şairler var. Ömer Hayyam da, Edip Cansever de, Aragorn da, Âsâf Hâlet Çelebi de... Çok var yani. Ayırmak olmaz.



Beğendiğin köşe yazarları var mı ülkemizde ya da yurt dışında...Sana göre bir köşe yazarı nasıl olmalı?

Beğendiğim köşe yazarı "bana göre" diyeceğim kriterlere uymamalı benim için. Farklılık yani. Bu kadar kısa cevap verirsem Yılmaz Özdil anımsanır herhalde. Müthiş bir zekası var mesela bence Yılmaz Özdil'in. Ya da başka isimler de var. Yabancı basında da takip edebildiğim kadar okuyorum. Köşe yazarlarının görüşlerine katılmak gerekmez illa. Zaten farklı görüş ürettiği için insan köşe yazarı olur. O yüzden bir insanın görüşlerine katılmamak o kişinin iyi bir köşe yazarı olduğunu değiştirmez diye düşünüyorum. Mühim olan tepki alabilmesidir.

İnternet ile birlikte gazetelerin sonu geliyor endişesi var. Sana göre gazeteler nasıl bir strateji izlemeli?

Ben kağıdın sürekliliğine inananlardanım. İnsanoğlu iki şeye içgüdüsel bağlıdır; ateş ve kağıt. İkisi yazmıştır her zaman tarihi. İnternet çok gelişti tamam da kağıdın varoluşu daha yüksek. Dokunmak, kokusunu duymak ve yaşamak var gazetede. Gazeteler, ilk başta söylediğim gibi artık yaratıcı yazarlara yöneliyorlar. Gazetelerin takip etmesi gereken tek yol, cesur davranıp kalemi güçlü isimlere yer vermektir. Çünkü dediğim gibi, her yerimiz haber. Ama fikir, düşünce ve yaratıcılık konusunda zayıfız.

1 yorum:

bc6 dedi ki...

gören de kaan'ı obez sanacak. inanılmaz kilolu çıktığı bir fotoğraf göndermiş