Follow @chemedya

15 Mart 2010 Pazartesi

Ebru Köksaldı: Spor medyasının düzeleceğine dair ümidim yok

Ebru Köksaldı kimdir? Kendinizi Chemedya okurlarına tanıtır mısınız?

İstediği gibi mesleğini yapacak iş ortamı bulamayan elektronik mühendislerindenim. Ortaokul yıllarından beri de spor yazarı olacağım deyip, ucundan tutmayı başaranlardanım.

Yazılarınızı büyük beğeni ile takip ediyorduk...Çok başarılı analizleriniz ve futbol üzerine çözümlemeleriniz vardı. Ancak şu sıralar yazmıyorsunuz bir gazetede. Fenerbahçe taraftarının en beğendiği yazarın bir yerde yazmaması haksızlık değil mi?


Öyle. Aslında en büyük haksızlık tek takım üzerinde yazma zorunluluğunda bırakılmak(tı).


Tirajik isimli blogunuzda çok ilginç tespitler ve güzel yazılarınız var. Neden blog yazarlığı?


İşte yukarıdaki soru yüzünden biraz da. Kafanın içi futbolla, sporla dolu. Bununla da kalmıyor. Futbolda mücadele ettiğiniz şeyler direk ülkenin yapısındaki sorunlarla ilgili. Yaklaşık 8-9 yıl Fanatik ve kısa da olsa Milliyet’te yazdım. Birden kesilince birikiyor. Alışmıssanız, muhakkak boşaltmanız lazım. Blog bu açıdan kurtuluş noktası gibi. O an canınız ne istiyorsa yazabiliyorsunuz. Medyamızın yer ayırmaya tenezzül etmediği olaylar, haberler,insanlar üzerine iki satır karalayabiliyorsunuz. En önemlisi, özgürsünüz. Futbolda medyanın ve sistemin ürettiği ve yıllarca propagandasını yaparak artık “doğru” diye meşrulaştırdığı yalanları afişe etme özgürlüğüne sahipsiniz. Blog işini epeydir düşünüyordum ama pek elimi sürememiştim. Altuğ Canitez fikri attı, tasarladı, beni dürttü hadi yapalım diye. Ortaya bu çıktı. Henüz çömez. Bir de o çılgın blogcular gibi değiliz. Sürekli birşeyler ekleme misyonundan ziyade mümkün olduğu kadar gündemdeki can alıcı noktalara değinmeye çabalıyoruz. Altuğ işlerinden biraz vakit ayırabilse, nefis yazılarını okuyacağınızı garanti ederim. Baran Yeşilyurt da zaten bir Daum ve Gençleri serisi yazdı, medyaya dersliktir.

Medyanın bu kadar yoz olduğu ülkede bloglar alternatif akıl gibi çıkıyor. Elbette ucu açık, herkes keyfine göre davranıyor. Ama insanlara “durun yahu, bu böyle değil, kandırıyorlar sizi” deme gücünü kaybetmemek için önemli.


Aynı zamanda Fenerbahce Tv'de program yapıyorsunuz. Orada da ilginç tespitleriniz var. Fenerbahçe'nin televizyonunda program yapmak zaman zaman sizi kısıtlıyor mu? İstediğiniz eleştirileri yapabiliyor musunuz? Mesela Fenerbahçe yönetimini eleştirmemeniz yolunda telkinler geliyor mu?

Telkin diye birşey söz konusu olamaz. Bunu kabul etmeyeceğimi herkes biliyor. Yönlendirmeye çalışıldığı an zaten işim olmaz televizyonla. Hasan Ali Atasoy ile Serbest Atış programlarında herşeyi konuşuyorduk. Yönetimi, teknik direktörü, takımı eleştirmek sorun değildi. O dönemler gazetede de yazıyordum. Asla FBTV’de program yapıyorum diye kalemimi değiştirmek derdim olmadı. Elbette kimi zaman eleştirileri fazla kibarlaştırmak zorunda kalıyorum. Mesela Aykut Kocaman-Daum konusunu bu sezon imalarla yorumladım. Unutulmasın bu bir kulüp televizyonu, ulusal kanal değil ki onların hali ortada. Bu tamamen otokontrol ile, insanlara duyduğunuz saygı, seviye, vs ile ilgili. Fenerbahçe, futbol, başarı, system, organizasyon konularındaki görüşüm belli. Asla taviz vermedim.


Fenerbahçe bu sezon çok ilginç grafikler çiziyor. Bir matematikçi bu grafiği göre çok şaşırırdı herhalde. 8 maç üst üste galibiyet. sonra 5 maç kazanama serisi. Sonra 6 haftalık başarı. Sonra da 7 maç kazanama grafiği...Bir takım nasıl olur da böyle uç noktalarda yaşayabilir?


Başka koşullarda belki olası gibi görünebilirdi ama Daum takımı için gerçekten şaşırtıcı. Takımın potansiyeli ve teknik direktörün kimliğine tamamen ters, hakedilmemiş tablo. Transfer ve son 4 sezondaki tercih yanlışları gibi birçok idari hataya rağmen bu ekip asla böyle bir krizin altında kalmazdı. Akıl dışı. Zira rakiplerine göz attığınızda en doğruya yakın görünen Fenerbahçe. Bakın bunu yıllardır 3. iyi yedek stoper bulamayan, yıllardır istediği tarzda golcüleri getiremeyen Fenerbahçe için söylüyorum. Beşiktaş, Mustafa Denizli ile oyuna hakim olmak isteyen büyük takım kimliğini bırakıp, çoğu zaman az pozisyonla gol bulan, hücum setlerini geliştiremeyen, son 3 yıldır tuhaf transfer politikası ile fazla düz adamı kadrosuna dolduran ve hala takım organizasyonunda ilerleme-oturma sağlayamamış bir ekip. Galatasaray, 2003’ten sonra sürekli teknik direktör değiştirerek, sürekli takıma göre değil isme göre transfer yaparak, bir teknik adamın elinde 3-4 yılda oturacak ekip yaratmak yerine sezonluk yaşayan kulüp haline dönüştü. Bu sezon Rijkaard olması, kadrosundaki yabancılar birşey değiştirmiyor. Hiçbiri ileriye dönük yapılmış hamleler değil. Tabi medyamız öyle gösteriyor, o ayrı. Buna karşılık Fenerbahçe, Daum’un ilk 3 sezonu sonrasındaki yanlış teknik adam tercihleriyle berbat edilemeyecek kadar özünde doğru işler peşindeydi. Geri adımlar attı, fakat Daum çalışma stili olarak kısa sürede bu takımı toparlayabilirdi. Her ne kadar kırılmalar olsa da Fenerbahçe oyun felsefesi hiç değişmedi. Yapmak istedikleri hep aynı. Bu avantajdır. İşte bunları ortaya çıkaramadılar. Son GEnçlerbirliği karşılaşmasında takımın, futbolcuların bezginliği, gamsızlığını iyice düşünmek zorunda Fenerbahçe’yi yönetenler.


Türkiye'de en çok tartışılan şey hakemler...Size göre hakemleri en çok etkileyen ve sağlıklı kararlar almalarını önleyen etmenler neler?


Evet, hakemlerin bir kısmı kötü. Yani her hafta, Avrupa Liglerinde, sonra da UEFA kupalarında arz-ı endam eden yabancı hakemlere bile demediğim laf kalmıyor :) Onlarda da var aynı dertler. Ama Türkiye’de rayından çıktı. İtalya ile kardeş gibiyiz. Malum siyasi ve futbol yozlaşmasının en derin yaşandığı ülke. Hakemleri izlerken “yahu bu kesin başka şeyler peşinde” (bak kibarca yazıyorum!) dediğiniz, bunun komplo teorisi olmadığı defalarca ispatlanmış bir ülke. Ama onlar bile gerimizde kalmış durumdalar. Türkiye’de hakemlerin saha içinde kafasında aynı anda cirit atan ve kuyrukları birbirine değen şeyler var. Anlık değil, yorumlanmış kararlar veriyorlar. Yazılmamış kanunları var futbolun Türkiye’de. Medya da bunların anons edildiği yer. Birini yönlendirmek, yönetmek ve baskı altına almak istiyorsanız bunu medya üzerinden yapacaksınız. Özellikle 90’ların ortasından itibaren bu şiddetlendi, dallı budaklı teşkilatlanmaya dönüştü. Zaten her hafta, onlarca kanal ve gazetede kimlerin nasıl akıl oyunları yaptığını, istedikleri zaman kime nasıl saldırdıklarını, bir hafta once yaptıkları hakem ve pozisyon yorumunun nasıl ertesi hafta zıttını söylediklerini görüyorsunuz. Yazılmamış kuralların başında Fenerbahçe geliyor. Fenerbahçe lehine hata yapanın tüm insanlık onuru ertesi gün çiğnenir, rencide edilirsin, tehdit edilirsin, uluslararası kariyerin biter, sokağa çıkamazsın (bakınız Bünyamin Gezer, en yakın örnek, karşıt örnek de Eskişehirspor-Galatasaray hakemi Bülent Yıldırım). Ama Fenerbahçe aleyhine istediğin kadar rahat düdük öttürebilirsin. Başına gelecek tek şey, 1-2 gün, olayın sıcaklığı geçene kadar “kötü yönetti” eleştirilerini taşımak olacaktır. Bünyamin Gezer gibi bedel ödemek zorunda kalmayacaktır. Bu sözlerim, birçok kişi tarafından klasik ve gözü kara gelecek. Ama doğrusu bu. Bunun tüm spor yazarları biliyor. Sistemin içindeki tüm parçalar bu “kural”I biliyor. Aralarında konuşuyorlar. Ama yazamıyorlar. Yazamazlar. Onlar yazmadığı sürece de bu ülkede hiçbir şey doğru kabul edilmez.

Ayrıca futbol siyasetine boğazına kadar batmış bir kurum ve üyelerinin, özünde adalet olması gereken bu oyunu sağlıklı biçimde yönetmesi mümkün değildir. Hakemler statü ve güç savaşında. Dertleri amatörce hakemlik yapmanın ötesine taşıyor. En azından “şöhretliler” için. İyiniyetli olanlar da bir sure sonra ya kızağa çekiliyor, ya harcanıyor, ya da değişmek zorunda kalıyor. Yakın dönemdeki kavgaları hatırlayın. MHK başkanı olmak ihtirası için herşey yapılabilir. Bir grup hakem “biz Ulusoy’un evlatlarıyız, bizi harcıyorlar” diyerek isyan ediyordu. Hakemliği bırakanların meslektaşları hakkında yazdıkları, televizyonlarda ettikleri laflara bakın. Bunların bir kısmındaki seviyesizliğe bakın. Normalde sadece sahadaki hallerini görerek önyargılı yaklaşmış ve haksızlık etmiş oluyoruz diye düşünmeden edemiyorum. Ama sonra düdüğü bırakıp televizyonlara koştuklarında gerçek yüzleri ortaya çıkıyor çoğunun. Ve kusura bakmasınlar, saygı duymamamız için ellerinden geleni yapıyorlar.


Fenerbahçeli medya ve Fenerbahçe'nin Hıncal Uluç'u yok tartışması yaşanıyor. Size göre Fenerbahçeli medya var mı? Varsa kimler? Her Fenerbahçeli Fenerbahçe medyası mı? Yoksa Fenerbahçe medyası yalan mı?


Bu “yavrum seni leylekler getirdi” hikayesinin noter tasdikli bir gerçeğe dönüştürülmesidir. Yıllardır medya ve sistemin bu yalanı milyonlara yutturabilmiş olması insan aklına hakarettir. Zira bu hikayeyi meşrulaştırdıkları veri “kaç editor, kaç bilmem ne müdürü Fenerbahçeli” araştırması! Biri ağzını açıp “medya Fenerbahçeli değil, aleyhine” dediğinde hoop ertesi gün bu istatistiği görüyorsunuz. Obama da Afro-Amerikalı bir başkan olarak tepede ama ülke beyazların isteğine göre yönetiliyor. O “balayı”, “hayaller” 1 sene içerisinde öldü. Alt-üst ilişkisi varken, paranızı bu işten kazanıyorken tuttuğunuz takım falan kalmaz. Sistem, ona yön verenler, kontrolü elinde tutanlar ne istiyorsa onu yapmak zorundasınız. Hele hele bağımsızlığını, ilkelerini, meslek ahlakını tamamen gerilerde bırakmış, iş adamlarının ve siyasetin tekeline girmiş, habercilik-gazetecilik değil patronunun çığırtkanlığını yapmak önceliği olmuş Türk medya yapılanması içinde aykırı davranmanızın imkanı yoktur. Tabi aşırı idealist değilseniz. Bunlarla kavga etmek misyonuna sahip değilseniz.

Tekrar futbola dönersek. Fenerbahçe bu düzeni besliyor aynı zamanda. Aziz Yıldırım politik davranamadı. Bir politika oluşturamadı. Medyanın Fenerbahçe üzerindeki bombardımanı ve sistematik işleyişinden gına geldi, “sizinle işim olmaz, art niyetlisiniz, maşasınız” diyerek toptan kesip attı. İşini düzgün yapan kişileri aynı kefeye koydu. Takımı tamamen izole etti. En popular ve en çok haber olan kulübü, Türkiye ile paylaşmadı. Alex gibi efsane ve Türk futbol tarihine geçen ismi Türkiye ile paylaşmadı. Bu medyanın art niyetli kısmının işine geldi. Diğerlerini küstürdü ve onları da karşısına aldı. Zira gazete, toplumun sesinin çıkmadığı yerde onlar adına konuşacak, o toplum sosyal hareketlerde zayıf olsa da bu boşluğu dolduracak, gizlenenleri ortaya dökecek bir çıkış olması gerekirken, “kim onu ne kadar iyi kullanıp yönetiyorsa güçlüdür”e dönüştü. Ne kadar hızlı liboş olunur destanları yazılıyor. Yediği içtiği gezdiği yerleri anlatıp, kendi kurtarılmış aristokrat aleminde, Beyoğlu-Avrupa çemberinde toplumu yönetmeye kalkıyor.

Aziz Yıldırım ise işlerini yapmaları ve herkese eşit davranmaları için onlara kapıyı kapattı. Maalesef bu devirde hayalcilik. Şimdi de takımın içinden niye haber sızıyor diyorlar, herşeyi yalanlamakla uğraşıyorlar.

Sonuçta bu yalanı pompalayanlar, elbette sistemi esas yönetenler olur hep. Birkaç soru sorayım. Cevabını bilmiyorum, yanlış anlaşılmasın! Belki bunları okuyup cevap vermek isteyen “Fenerbahçeli medya” mensupları çıkar: Galatasaray muhabirleri nasıl haber yapıyorlar? Fatih Terim dönemi özellikle başlayan kontrol nasıl devam ediyor? İstedikleri ve tanık oldukları şeyleri tıpkı Fenerbahçe’de olduğu gibi rahatça yazabiliyorlar mı (dedikodular dahil)? Yoksa Galatasaray muhabirleri neyi yazıp neyi yazamayacaklarını biliyorlar mı? İşlerini kaybetme tehlikesi var mı? Gazetelerde Galatasaray yönetimine ertesi gün çıkacak haberleri taslakken iletenler var mı? Galatasaray yöneticileri ve hatta başkanları editörleri veya üstteki yöneticileri arıyor mu? Kulaklarına gelen, henüz basılmamış haberlerin yapılmasını engelliyorlar mı? Bunun için başka kimler arıyor??? Fenerbahçe de bunları yapıyor mu?!

Bir de tabi once anti-Fenerbahçe aklına sahip olmanız lazım. O klanın beğenmediklerini beğenmemeniz, aynı şeylere karşı olmanız gerekiyor.

Fenerbahçe’nin medya ve sistem üzerindeki başarısızlığı da Aziz Yıldırım ile ilgili falan değil sadece. Her zaman böyleydi. Onun yapabileceği çok şey vardı ama gelip geçici olurdu. Fenerbahçe hiçbir zaman politik sabır ve strateji becerisine sahip değil. Çünkü kendi içinde düşmanı çok. Birlik olamıyor. Bakın tarafsısız diyen birçok yorumcu, yumurta kapıya dayanıp Galatasaray menfaati sözkonusu olduğunda voltran gibi birleşiyorlar. Birbirinin gırtlağına yapışacak eski yönetici ve başkanlar, mevcut yönetim adına çıkıp konuşuyor. Kulis yapıyor. Gündem oluşturuyor. Fenerbahçe’de ise en güçlü isimler ağızlarını sadece kötü günde açıyor, onda da yönetim ve takıma saldırıyor. Lobi, aktif görevde olmayanlarca yapılır. Perde arkasındakilerle yapılır.

Objektiflik, kendini eleştirmek, kendini geliştirmenin anahtarı. Ama Türkiye’de sağlıklı ve adil bir ortam yok. Dışarda mücadele etmeniz gereken bu düzeni bozmadan içerdeki yanlışları doğru biçimde teşhis edip düzeltmeniz mümkün değil. Fenerbahçe yönetimlerinin düştüğü en büyük yanlışlardan biri budur. Suni baskı, ters yüz edilmiş gerçekler, futbol takımının saha dışında maruz kaldığı anti-futbol mayınları, takımın durumu-gerçek kapasitesi hakkında gerçekleri görmenizi engelliyor.


Ligde üst sıralar karışmış durumda. Beşiktaş ve İstanbul BŞB'nin erteleme maçlarını kazanmaları 4 takımın içinde olduğu karışık bir puan durumu yarattı. Size göre ligin geri kalan bölümünde bizi nasıl bir lig bekliyor? Öngörüleriniz var mı?

Tabi bu cevapları geç yazdığım için köprünün altından sular aktı gitti. Şimdi Bursaspor’un da hükmen bir galibiyeti söz konusu olacak (bilemiyorum, olmaması için kulis çalışmaları başlamış bile!). Yukardaki 4lünün kendi aralarında maçları var. Herşey olabilir. Ama Fenerbahçe açısından takımın “herşeyi bırakmış” hali, yine teknik direktöre kulağını tıkamış hali onları en dezavantajlı duruma sokuyor. Beşiktaş’ın 1.5 senedir nasıl kazandığına ve bu noktada olduğuna şaşıyorum. İyi oynamanın palavra olduğu dönem. Hem de epey süredir. Galatasaray avantajlı, onlara sadece bir takım eşlik ederse (ismi önemsiz), o takımın şansı yok. Ama 3-4 kulüp kafa kafaya giderse herşey olabilir. Bursaspor, oyunu iki yönüyle de oynayabilecek dengede. Daha da önemlisi İstanbulluları yenmeyi beceriyorlar. Sivasspor’da o karakter yoktu. Bursaspor, son maçlarda, şampiyonluk lafı resmileşince “atalım kurtaralım”a dönderdi. Bununla fazla gidemezler, dikkatli olmaları lazım. Bu ülkede kamuoyu önüne düşen, arka planda kalmayıp ışıklar üzerine çevrilenler anında tepetaklak olur.

Futbol dışında diğer sporlara da büyük ilginiz olduğunu blogunuzu takip edenler biliyor. Aslında bayanların sporu pek sevmediği konuşulur. Sizin spor sevginiz nereden geliyor?

70ler sonu ve 80lerde çocuk olanlar genelde böyle sanırım. Tek televizyon döneminin güzelliği. tüm büyük spor organizasyonlarında, herşeyi izleyerek geçti zamanımız. Bilgi erişimi azdı, çeşitlendiremiyorduk belki ama o kültürün tohumu sağlam ekiliyordu. Şanslıydık.

Türkiye'de bir Arda fenomeni yaşanıyor. Herkesin dilinde Arda var. Arda'nın bir futbol ikonu olarak gösterilmesini nasıl karşılıyorsunuz? Arda sadece iyi bir futbolcu mu yoksa bir fenomen mi?

İşin ucu kaçtı. Herşey birbirine girdi Arda konusunda. Ve iş dönüp dolaşıp yine medyaya ve ona sahip olanlara geliyor. Arda elbette iyi futbolcu. 2005 U17 dünya şampiyonasındaki o milli takımda öne çıkanlardandı (yıldızı ise Nuri idi). O dönem izlediğinizde farklılığını anlıyordunuz zaten. Ama Galatasaray’ın yanlış zamanına denk geldi. A takıma girip ligde parlamaya başladığında, Galatasaray onun yurt dışına uzanacak potansiyelinin altında kalmıştı. İşte transfer olması için en doğru zaman buydu. 2 sezon önce. Arda’yı Galatasaray yönetimi-Adnan Polat ve medya, “lafla” fenomen yapmaya çalışıyor. Onu “lafla” dolduruyor. Arda her ne kadar yazılı ve görsel basında “bilinçliyim, daha olmadım, çalışmalıyım” dese de artık bu laf kalabalığı yüzünden yolundan yavaş yavaş saptığını söylemek zor değil. Bunu Adnan Polat ve diğerlerinin istediği şablona girme çabalarından, “Galatasaray’ın sembolü” diye zaten olasi bir kimliği sanki zorla yamıyormuş gibi tekrarlamalarından anlayabiliyorsunuz. Cici çocuk profili çizerek, saha içinde ona ayrımcılık yapılmasını isteyen kesimden anlayabiliyorsunuz. Arda’nın bu cesaretle herşeyi yapmaya haklı görme halinden anlayabiliyorsunuz. Oysa en büyük zararı işte bunlar veriyor. Sözde onu koruyup parlatmaya çalışanlar, Arda’yı uluslararsı futbolcu olma hakkından uzaklaştırdılar. O iyi oynadığı dönemlerden beri sürekli şunu belirtiyorum: Arda ilerleme kaydetti ama 2005 sonrası 2 senede daha iyi noktada olmalıydı. Bundan daha fazlasını yapabilmeliydi. Oyununu daha çok geliştirmeliydi. Daha komple futbolcu olma, 90 dakikalık, haftada 3 maç çıkaracak futbolcu olma yönünde gelişmeliydi.

Bu eksiklik hala geçerli de onu yönetenler ve medyanın umurunda değil.

Bak bir soru daha çıktı: Arda konusunda yazılıp çizilen o transfer haberlerinin (tam 5 yıldır) kaçı gerçek?! Tıpkı Fatih Terim hakkındakiler gibi.

Bir soru daha, genel: 2005 yılındaki U17 şampiyonasının en göze batan ekiplerinden Türkiye’den niye hiçbir futbolcu tribündeki scouting canavarı ünlü kulüpler tarafından kapılmadı? 16-17 yaşında, gelişimine müdahale edebilecekleri dönemde niye almadılar? Onlar takibi bırakmazlar, niye arada almadılar? Menajerler-kulüpler-futbolcuların akıl hocalarının bu işleri baltalama yüzdesi ne? Avrupa kulüplerinin Türk futbolcularına güvensizliğinin sebebi ne?

Türk futbol seyircisi sana göre gerçekten futbolu seviyor mu? Geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir raporda Avrupa liglerinde seyirci ortalamasında ilk 20'ye giren hiçbir takımımız yoktu...Bu sadece stad kapasitelerinin düşük olması ile açıklanabilir mi? Düşük kapasiteli stadlarımızı bile doldurmakta zorlanıyoruz. Nedir seyirci sayısının az olmasına neden olan etmenler...

Yok, futbolu sevmiyoruz, sporu da sevmiyoruz. Tribün doluluğu aldatıcı. Fenerbahçe en çok seyirci toplayan takım, ama keyif almak amacıyla kaç kişi geliyor? Takım kötü gittiğinde zaten el etek çekiliyor. Yurt dışında bu kriter çok geri planda (italya hariç). Maddi problemler kesinlikle önemli. Ama bedava da yapsanız gelmez. Bakınız Kayserispor. Yine de kulübüne sadakat ve paylaşım konusunda Fenerbahçe çok farklı konumda.

Bizim milletçe toplu organizasyona katılım sorunumuz var. Konsere de gitmiyoruz. Tv,radio yetiyor.

Düşünsenize bir de yıllardır bu ülkede olimpiyat düzenleyeceğiz masalıyla maddi anlamada verilen zararlar var. Husain Bolt’un 10 bin kişi önünde koşmasını görmeyi kim ister.


Türk spor medyasını eleştiriyorum blogumda...Siz Türk spor medyasını nasıl görüyorsunuz. Daha önce Milliyet ve Fanatik gazetelerinde köşe yazarlığı yaptınız. Yani içinden biri sayılırsınız. Nedir bu medyanın hali?

İflah olmaz. Yani ben ümidi kestim artık. Yukarıda uzun uzun anlattım aslında. Futbol açısından bakarsak… Kurum-kuruluş-organizasyon-kişiler arasında olması gereken çizgiler iğfal edilmiş durumda. Mesafe kalmamış. Birileri birilerinin kankası, çocukluk arkadaşı, okul arkadaşı, aile dostu, dostunun evladı, kendi evladı, … Rant yumağı halinde. Eskiden gelen tanışıklıklar pozisyon elde etmenizi sağlıyor. Bir klan, bir cemaat, bir tarikat haline dönüşmüş sistem. Buna federayonda görev alanlar, hakemler, futbolcular, teknik direktörler, yöneticiler, sporcular ve başta medya herkes dahil. O yüzden hatır gönül çok. Aman üzmeyeyim diyor. Kimse işini hakkıyla yapamıyor. Mesafe koyamıyor.

Bir de dürüstlük sorunu var. Futbolcumuz, teknik adamımız… Samimiyetsiz, sahte, medya-kamuoyuna ne şirin görünür onu söyleyeyim telaşında… Zira hoşlarına gitmeyen laf ettiğinizde kariyeriniz tamamen bitebilir. Yada yerinizde sayarsınız. Bu korkuyu salmışlar. Zaten birey olarak da karakterler zayıf, değer yargıları kaymış… Herkes razı.


Aykut Kocaman- Cristoph Daum desem? Nasıl barıştıracağız bu ikiliyi? Bir önerin var mı?

Çok uzattım. Bununla ilgili biri yeni iki yazı yazdım blogda. Barış olmaz. Zira yapılanma baştan yanlıştı. Temmuzdu sanırım, Fenerbahçe bu sezon başarısız olursa bunun sebebi sportif menajer-Daum yanlışlığıdır demiştim. Kasımda da “ya Daum ya Aykut Kocaman gidecek, yoksa sezon kayıp” görüntüsü vardı. Sorun o makamın yaratılmasıdır. Tabi ki Fenerbahçe klasiği olarak sınırları doğru düzgün çizilmemiş, muhtaplarını zor durumda bırakan, eğri büğrü bir denemeydi. Yanlış zamanda. Bu ülkede başarının kaynağı teknik direktörün kamuoyu ve takımı önündeki gücünden geçer. Takıma sözünü ne kadar geçirebildiğinden. Aziz Yıldırım ve yönetim, Daum’un bu takım hakimiyetini baltaladı.

Okuyucu soruları

Mozlu-Enis Todor: Fenerbahçe yazarları, ne zaman takımı savunmaya ve desteklemeye başlayacak...Galatasaray'lı yazarların takımı sahiplenip desteklemesini kıskanmaktan sıkıldım..Bunu kim önleyecek? Feridun Fenerli diyoruz, geçiriyor, İbrahim Seten Fenerli diyoruz geçiriyor, hatta ve hatta Hasan Ali Atasoy bile aleyhte yazmaya bşladı...Hıncal Fenerli medya diye diye bütün Fenerli yazarlar üzerinde baskı kuruyor ve çoğu yazar objektif gözükebilmek için Fenerbahçe'ye vuruyor..Mehmet Demirkol ve Rıdvan Dilmen'de bu gruba giriyor...Bu sorun giderilmeden hiç birşey olmaz...

Hakkını savunmak olmamalı, inandığını ve gördüğünü, bildiğini yazmak olmalı. Böyle davransa medya zaten Fenerbahçe’nin şikayet etmeye ihtiyacı kalmaz. Takım yazarı olmak, 90larda medyaya sokulmuş bombadır. İşin kötüsü, bir çok diğer takım yorumcusunun o kulüp yönetimiyle ilişkileri, yakınlığı, ahbaplığı hat safhada. Ama onlar tarafsız! Ayrıca mesele tutulan takım değil birçok kişi için. Medyadaki “Tarafsızlık” kelimesi de en büyük tarihi yalandır. “Tarafsız görünmek için rol kesmek” var aslında. Tabi birinci kuralı da anti-Fenerbahçe, anti-Aziz Yıldırım olmak J Okuyucuları, izleyenleri tavlamaları da kolay. Hep bir ağızdan, genelde benzer şeyleri söyledikleri için, “bak 5 kişi de aynısını demiş demek ki doğru” düşüncesini kazıdılar. Karşıt görüşler veya haberler azınlığa düştüğü için çoğunluğun yazdığı çizdiği mutlak doğru kimliği kazanıyor direk. İşte yaklaşık 20 yıldır bir yığın futbol klişesi yaratıp ezberlettiler, bir yığın yanlış bilgiyi doğru diye yutturdular, birçok kişi ve kulübü etiketlediler, istediklerini ise temize çıkardılar. O “tarafsızlar” için karanlık adam Aziz Yıldırım’dır mesela, Adnan Polat-Mehmet Ağar-Fatih Terim-Haluk Ulusoy ve uzantıları değil. O “taraflı tarafsızlar” yüzünden kişiler-kulüpler ve futbol eşit miktarda, eşit koşullarda, iyi ve kötü yanlarıyla asla tartışılamıyor. 90lar sonrası masaya yatırılmadıkça, 2000lerdeki o Türk futbol tarihinin en büyük kulüp ve milli takım başarısı “dokunulmazlığı “ kaldırılıp irdelenmedikçe ülke futbolunun ilerlemesi-değişmesi mümkün değildir. Medya buna yanaşmaz çünkü onlar bu yılların çocuğu, bu yılların ürünü. Sırtlarını bu yıllara ve onun içinde yeralanlara dayıyarak yükseldiler. Çoğu liboşlaştı.


Mikail: Yeni nesil yorumcular diye adlandirdigimiz sahislarin ya kendi programlari var veya program program geziyorlar,Ebru hanimi nicin hicbiryerde gormuyoruz?

Bu soruyu cevaplayacak olanlar başkaları.

Mozlu: Fenerbahce tv ve Fenerbahce org daha kötü nasıl kullanılabilir?

Dergiyi de dahil edebiliriz. TV’de işler daha zor tabi. Yeterli kaynak ayrılamıyor kulüplerce. Bir de 7x24 yayın çok zorlayıcı faktör. Çeşitlilik katılması lazım. Sadece gönüllülük ile işleri uzun sure götüremezsiniz. Dergi ve internet sitesi ise yenilenemiyor. Çok az kaynakla ve biraz ekstra iş gücüyle sınıf atlatılır ama anlatmak zor. Bir de “nasılsa millet alıyor, izliyor” hantallığı var Türkiye’de. Daha kalitelisini nasıl yaparım diye kimse zorlamıyor. Yani bunu üst kademeye anlatmanız gerçekten zor. Ulusal gazetelerin hali ortada.


sporingen.blogspot.com: Sahada oynanan oyunu, dışarda kazanılan milyon eurolar ekseninde değerlendirmek ne kadar mantıklı?

Sanırım para-iyi futbol ilişkisi anlamında sormuşssunuz. Takım sporunda başarılı olma yöntemlerinde değişmeyecek temel şartlar vardır. Doğru koç ve ekiple işe başlamak, en ufak sarsıntıda plandan vazgeçmemek, beklemek, kadroyu aşama aşama yenileyip iyileştirmek, oyun ve ekip istikrarı yakaladıktan sonra bir üste geçmek için hamle yapmak (gerekiyorsa yeni koç, veya transfer), sezonluk takım olmayı başarabilmek, vs vs. Bu parayı kullanma becerinize bağlıdır. Para, bu temelleri iyi kurduğunuzda sizi beklediğinizin üstüne sıçratmak için araç olur. Ama maddi kazancı yok sayamazsınız. İyi kullanmamak başka birşey, bu kaynakları yaratmak için çabalamak başka birşey. Mesela Türkiye’de adil uygulamalar olsaydı, birçok birinci lig takımı küme düşerdi. Fenerbahçe’nin en büyük sorunu, son 7-8 yıl içerisinde kendi imkanlarıyla yaptığı hamlelerin değerinin ortaya çıkmasını engelleyen düzenin varlığı. O hayran olunan Avrupa futbolundaki idari uygulamaların azıcığı bile hayata geçirilmiş olsa, FEnerbahçe emeklerinin karşılığını almış olurdu. Gerçek kabak gibi ortaya çıkardı. Şimdi ise kendi taraftarının bile umurunda değil. Zira farkedilmiyor. Aslında bir taraftan siz yükümlülüklerinizi yerine getirip, devlet yardımı almadan (tesis için arazi meselesi hariç – ki vermeyeceklerse kimseye vermesinler, ama yapamazlar) , taraftarınızın inanılmaz maddi fedakarlıkları ile güçleniyorsunuz. Ama borcunu ödemeyen, sürekli af alan, bedava peşinde, devlet desteklilerle aynı kefeye konuyorsunuz. Yani kurallara uymanızın size getirisi yok. Aksine futbol şubesindeki başarısızlık yüzünden, bu haksız rekabet yüzünden kaosa giriyorsunuz. Kendinize zarar veriyorsunuz

Griffit: 1) Yönetimin, dünyadaki diğer bazı büyük kulüplerin izlediği politikaları da emsal göstererek, "kadro istikrarını koruyoruz" veya "mevcut kadromuza güveniyoruz" adı altında devre arasında Gökhan hariç transfer yap(a)mamasıyla ilgili düşünceleri nelerdir? Söz konusu büyük kulüpler gerçekten bizim izlediğimiz türde bir politika mı izliyorlar?

Devre arası 1 belki 2 transfer yapar çoğu büyük kulüp. Dengeleri korumak önemlidir. Devre arası alacağınız oyuncunun mevkisi önemlidir. Mesela forvet daha kısa sürede katkı sağlar ama savunma oyuncusu için risk sözkonusudur. Fenerbahçe’nin bu sezonki durumu ise mazeret kabul etmiyor. Carlos ve Kazım gibi iki tane banko ilk 11 oyuncusunu kaybediyorsanız bir transfer yapmak zorundasınız (Gökhan Ünal hariç). Üstelik teknik direktörünüz istiyor. Yani o oyuncuyu adapte etmeyi kendisine sorun olarak görmüyor. Büyük bir yanlıştı transfer yapmamak. Ama 2. yarıdaki düşüşün sebebi bu değil. Yani bu anormal seri sakatlıklar olmasa, o transferi yapmamak bir etken olabilirdi. Şu an değil. Böyle bir yargıda bulunamayız.

2) Fbtv'de yayınlanırsa çok tutabileceğini düşündüğüm bir futbol programı fikrim var. Acaba ilgilenir mi?:)

FBtv program önerilerine açık. Sizin uğraşmanız önemli. Direk televizyona iletip randevu alıp bile görüşebilirsiniz İhsan Topaloğlu ile…

3) Ebru Köksaldı'yı ve tshirtlerini çok seviyoruz!

Daha da çeşit katacağım umarım tişörtlerime.

Steven Stiffler: Hasan Ali abiyle birlikte güzel bir ikili oluşturmuşlardı FB TV'de.Şimdi birlikte program yapmıyorlar ve Hasan Ali abinin de son günlerdeki yazıları taraftarın pek hoşuna gitmiyor.Ebru Köksaldı bununla ilgili ne düşünüyor acaba

Evet, programın eksikliği hissediliyor. Durum bunu gerektirdi. Hasan Ali Atasoy da çok yoğun bir iş ortamına girdi tekrar. Yazılarının değiştiğini sanmıyorum. Takımın başarısızlığından ve Aziz Yıldırım’ın aynı hataları tekrarlamasından dolayı kızgın olduğunu tahmin ediyorum. Belki duygusallık seviyesi ve fevrilik artmıştır ama felsefe olarak değiştiğini sanmıyorum. Aynı şeyleri savunuyor ve eleştiriyor.

Kemal: Medyanın/yazarlığın kendisi için öncelik olmadığını tahmin ediyorum ama onun gibi insanlara ihtiyacımız var. Milliyet'ten sonra Fanatik gazetesinden ayrılış nedeni nedir? Bunun Fenerbahçeli olmalısıyla bir ilgisi olabilir mi? gsli olsaydı şu an medyada farklı bir yerde olur muydu? (Bence olurdu, programlara çağrılırdı, hem de kendi programı olurdu)

Aksine, yazarlık öncelik. Ama sistem dışı kaldım. Milliyet’ten ise tekrar Fanatik’e kaydırıldığım için ayrıldım. Fanatik’ten ayrılışım ise bir davranışa karşı tepkiydi, kendi kararımla oldu. Medyadaki konumum veya konumsuzluğumun. Fenerbahçe ile özdeşleşmiş olmam ve fikirlerimle-savunduklarımla fazlasıyla ilgisi var

Canoğlan: Aziz Yıldırım'ın Fenerbahçe'de eleştirilemez bir konuma gelmesini sağlıklı mı buluyor? Bulmuyorsa ne gibi çözüm önerileri var. Ezcümle, muhalif olmasının katkı sağlayabileceğini düşündüğü an gelirse buna yetecek gücü olduğunu düşünüyor mu?


İki şey sağlıksızdır: Eleştirilmemek ve rekabetsizlik. Sporda mesela… Bu sizin kendinizi düzeltmenizi, geliştirmenizi engeller. Aziz yıldırım’ın eleştirilemez konuma gelmesi kendi hatalarından olabilir ama fazlasıyla da kulüp içindeki yapı ve zihniyetten kaynaklanıyor. Muhalefet diye çıkan kişileri görüyoruz. Kulüp öyle bir noktaya taşındı ki 80ler, 90lardaki kürsüden laf kalabalıkları ve gazete manşetlerinden ahkam kesmelerle o koltuğa aday olamazsınız. Medyanın içindeki örgütlenmeleri besleyerek başkan olamazsınız. Türk siyaseti hala böyle ama Fenerbahçe değil. Daha fazla ne yapacağını, yeni neler yapacağını anlatması, bunu somut planlarla ve verilerle ortaya koyması, varolan düzeni devam ettirebileceği güvenini vermesi şart. Bakın Fenerbahçe içi ve dışı, bir akbaba çiftliği. Öyle büyük rant var ki. Fenerium başta olmak üzere öyle büyük bir gelir var ki. Bunun üstüne konmak için pusuda bekleyenlerin sayısı sürekli artıyor. Sağlam bir devir teslim olmazsa yapılanların altüst olması, maddi kaynakların suyunu çekmesi 6 ayı geçmez. Beşiktaş, Yıldırım Demirören gelmeden once en az borcu olan kulüptü! Fenebahçe’de şu an herşey Aziz Yıldırım yüzünden dengede duruyor. Hiçkimse bir kuruşu cebine atmaya cesaret edemez kulüpte. Ülkece organizasyon becerimiz yok. Çalışma disiplinimiz düşük. Profesyonellik seviyemiz düşük. Böyle dallı budaklı kulübü yönetebilmek için görev dağılımı yapmak kolay iş değil. Aziz Yıldırım herşeyi kontrol etme zorunluluğu hissetti ki gereken de buydu gerçekten. Plan, bunu yavaş yavaş değiştirecek yapıyı kurmaktı. Bu konuda ilerleyemedi. Ve futbol takımı başarısızlıkları yüzünden, geri planda kalıyor detaylar. Futbolda yapılan hatalar, sizin dışardaki mücadelenizi zayıflatıyor. Yani medya ile, 20 yıldır Türk futbolunu esir alan lobi ile… İşgüzar dolu kulüp ve kimse ona farklı bakış açısı sunmak için konuşmuyor. Hatta birçok şeyi perdeliyor. Belki de kendisi kurdu bu korkuyu bilemiyorum. Ama kaybedecek birşeyiniz yoksa çıkar çatır çatır söylersiniz.

Daha kötüsü, camianın içinde fikir üretecek ve eleştiriyi tavsiyeye dönüştürecek niyette muhalefet diye birşey yok. Aziz Yıldırım sorunu değil bu, her dönem aynı hikaye.

Adsız: Fenerbahcenin aleyine olan kararlara karşı gs medyası gibi ne zaman birlik olup Fenerbahceli yazarlar ortak tepki göstercekler merak diyorum

Yukarıda fazlasıyla cevaplar var

Serkan Sağlam: ligtv'de kısa süren bir yorumculuk hikayesi oldu. Neden ayrıldı, nasıl ayrıldı. Şu an futbol medyasında öne çıkmış iki kadın var. banu yelkovan ve kardeşi ebru kılıçoğlu. onlar hakkında ne düşünüyor?

Ligtv devam ettirmedi. O yüzden bitti.

Fenerdem: FB TV de Perşembe günleri yerine Salı Günü yayınlansın Nota Bene , hep bir maça denk geliyor ve Program erteleniyor , bunu iletsin FB TV Ye lütfen

Artık UEFA’dan elendi takım. Aksamayacak. Şaka bir yana haklısınız.

Fenerdem 2: Hangi blogları takip ediyor;kendisinin blogu var mı-tahmin ettiğim trajik var orda ebru isimli biri var; emin olamadım sormak istedim-

Evet o benim. Blog delisi değilim açıkçası. Arada gözatıyorum.


1 yorum:

steven_stiffler dedi ki...

Eline sağlık abi,bir solukta okudum röportajı.

Ebru Köksaldı'ya da çok teşekkürler.Her soruya içten ve tatmin edici cevaplar vermiş.Blogunu da bilmiyordum,bundan sonra takip edeceğim.